Doktorclub Medikal ve Sağlık Teknolojileri Haberleri

10/11/2018
Yaşam Kalitesi ve Süresi Ne Kadar Yediğinize Bağlı Olarak Değişiyor

Yaşam Kalitesi ve Süresi Ne Kadar Yediğinize Bağlı Olarak Değişiyor

Harvard Üniversitesi bünyesinde faaliyet gösteren Sabri Ülker Metabolik Araştırmalar Merkezi Başkanı Profesör Gökhan Hotamışlıgil, tüketilen kalori miktarının yaşam kalitemizi ve süresini etkilediğini söylüyor.

Yaşam sürecimizde aldığımız, verdiğimiz kilolar ve yaptığımız diyetler hayatımızın vazgeçilmezi haline geldi. Beslenme ile ilgili hangi yanlışlardan kaçınmalı? Öğün araları ne kadar olmalı? Hangi saatlerde yemek yemeli? Hangi besinleri tercih etmeli? Kalori kısıtlaması yaşam kalitesini nasıl etkiler? Hepimizin cevabını merak ettiği sorular. Profesör Gökhan Hotamışlıgil bu soruların cevabını bizlerle paylaşmış. Dünya’da 650 milyon obezite, 425 milyondan fazla da diyabet ile mücadele eden insan yaşıyor. Tüm bu insanların gözü bu alanlarda yapılan yeni çalışmalarda. Hotamışlıgil bu alanda aldığı ödüller ve yaptığı çalışmalar ile bilim camiasının takdirini toplamaya devam ediyor. Profesör Gökhan Hotamışlıgil, beslenmeyle diyabet arasındaki ilişkiyle bu hastalıkların muhtemel tedavi yolları konusunda yaptığı çığır açıcı çalışmalar nedeniyle Avrupa Diyabet Araştırmaları Derneği–Novo Nordisk Vakfı Diyabet Ödülü’ne layık görüldü. 

Hotamışlıgil ve araştırma ekibi, uç stres koşullarında vücudun kullandığı mekanizmaları çözmeye çalışıyor. Vücudumuzda müthiş bir metabolik savunma gücü var. Yaşamımızın ilk 20 yılında çok güçlü direnç mekanizmaları var ve gençlerde çocuklarda bu tür hastalıkların hiç biri gözükmüyor yada etkisi daha zayıf seyrediyor. Bilim insanları bunu mümkün kılan, ama henüz anlamadığımız uç stres koşullarında vücudu savunma amacıyla kullanılan mekanizmalar olduğunu düşünüyor. Hotamışlıgil ve araştırma ekibi bu mekanizmaları ortaya çıkarmaya çalışıyor. Araştırma ekibi bunu başarabilirse yaşla beraber gelen veya şişmanlıkla beraber gelen zaafiyeti ortadan kaldırabilir. 

Hotamışlıgil; “Üzerinde çalıştığımız birkaç mekanizma var örneğin; karaciğer toksik etkiye maruz kaldığında, örneğin kolestrol yükseldiğinde veya toksik etkileri yüksek maddelere maruz kaldığında ona karşı nasıl direnç gösterdiği veya zafiyet gösterdiği en yeni ortaya çıkardığımız mekanizmalardan biri. Yani aşırı koşullara bakıyoruz. Örneğin kahverengi yağ dokusunun nasıl faaliyet gösterdiğini anlamaya çalışıyoruz. Çünkü enerji yakmaya müthiş bir yeteneği olan bir doku. Kahverengi yağ dokusu harekete geçirildiğinde vücuda hem ekstra enerji veriyor, hem de vücudun yağ ve şekerlerden kurtulmasına destek verebiliyor. Bir de vücudun içerisinde yeni kategori hormonlar var. Çok özel koşullarda az miktarda üretilen, çok özel fonksiyonlar gören, bu o hormonları ortaya çıkarmak başka bir çalışma alanımız. Bunlar yağ tabiatında hormonlar yani bilinen protein tabiatında hormonlar gibi değil. Bulunmaları çok zor ama bulunduktan sonra üretilmeleri ve kullanılmaları çok kolay. Metabolizmanın doğru çalışması için sabit bir formül yok” diyor.

Hotamışlıgil doğada insan için yararlı, gıda olabilecek çok madde var olduğunu ama insan vücudunun olağanüstü yapısı ile kıyaslanamaz olduğunu söylüyor. Hotamışlıgil; “Yemek yedikten sonra vücut inanılmaz bir miktarda sindirimi destekleyecek enzimler üretmek durumunda. Bu söylediğim miktar 100 gram, 200 gram değil de, 3 litre, 4 litre gibi, müthiş bir ölçek. Vücut böyle bir üretimi bu kadar kısa süre içerisinde nasıl gerçekleştirebilir? Pankreasın bu fonksiyonunun korunabilmesi çok merak ettiğimiz bir konu. Bu metabolik koşullar altındaki mekanizmaları bulmaya çalışıyoruz.  Böylelikle insan sağlığını koruyabilmek için oradan çok daha güçlü silahlar elde edebilelim. Örneğin kış uykusu mekanizmasını çok merak ediyoruz. Çünkü müthiş bir metabolik değişim meydana geliyor. Emzirmenin altında yatan enerji gereksinimleri nasıl karşılanıyor çok merak ediyoruz ve çalışıyoruz çünkü inanılmaz bir dönüşüm. Bütün memelilerde meydana gelen ve o enerji ihtiyacını karşılayabilmek için bütün yağ dokusundaki depolanmış enerji süt üretimine kanalize oluyor. Bunun da mekanizmaları anlaşılmış değil. Çok inanılmaz mucizevi bir dönüşüm gerçekleşiyor” diyor.

Profesör Hotamışligil’e göre az kalori aldığınızda hem daha sağlıklı hem de daha uzun yaşıyorsunuz. Meyve sineğinden bütün memelilere bu bütün hayvanlarda gözleniyor ve yaşam süresini uzatıyor. Ancak uygulanabilirlikte sorunlar var örneğin açlık duygunuz hiçbir zaman ortadan kaybolmuyor, vücut ısınızı korumakta güçlük çekiyorsunuz ve üreme fonksiyonlarınızı bozabiliyor. Ancak tüm olumsuzluklara rağmen yaşam süresi ve sağlık göstergeleri açısından çok olumlu sonuçları var. Fazla kalori tüketildiğinde sağlık bozuluyor ve yaşam süresi kısalıyor. Fakat burada herkes için geçerli bir formülden bahsetmek mümkün değil. Zira işin içine genetik değişkenler giriyor. Bir de genetik değişkenlerin çevreyle etkileşimi sonucu ortaya çıkan ve epi genetik denen yani genetikte varolan kodlanmış bilginin nasıl ifade edilebileceğini belirleyen çevre faktörleri var.

Hotamışlıgil ve ekibinin üzerinde çalıştığı konu bu kalori kısıtlamasının faydalarını daha kabul edilebilir bir uygulamayla sağlamak. Örneğin sadece bazı kalori kaynaklarını azaltarak veya bazı besin ögelerini azaltarak sonuç elde edilebilir mi? Sanılanın aksine şu anda en etkin gözüken protein ve amino asit kısıtlamaları, karbonhidrat ve yağ kısıtlamaları değil. Sık sık ama az yeme prensibini benimseyenlerin aslında çok da doğru yapmadığı ortaya çıkıyor. Çünkü vücuduzu  uzun süre kalorilerden uzak tutarsanız, zararlı etkilerinden de o kadar uzun süre uzak kalıyorsunuz. 

Modern yaşam hayat döngümüzü de değiştiriyor. Önceki çağlarda hayatımızın sadece belirli zaman dilimlerinde olan ışık yapay olarak artık her anımızda mevcut. Eskiden kısıtlı zaman diliminde beslenirken şimdi daha geniş zaman dilimlerinde gıdaya erişim imkanımız var. Bir gün içerisinde ne tüketecekseniz onu 10 veya 12 saat içerisinde tüketip geri kalan 12 ya da 14 saat tüketmezseniz bir çok kalorinin ya da gıdanın getirdiği zararlı etkiden korunabiliyorsunuz. Kısacası iki değişken var. Bir tanesi gıdanın içindeki ana besin ögesi kategorilerinden yani karbonhidrat yağlar ve proteinler. İkincisi de gıdanın günün hangi saatler içerisinde tüketildiği çok önemli. Hotamışlıgil’e göre yiyeceklerin insanların hayatında vazgeçilmez ve belirleyici olmasının nedeni beynin yemeği ödül olarak algılaması. Hotamışlıgile göre aynı şey üreme için de geçerli. İkinci neslin devamı için üreme lazım. Dolayısıyla en hayati fonksiyonlar hep ödül mekanizmalarına endeksli. Gıdada o yüzden vazgeçilmez bir şey haline geliyor.

Kaynak: https://www.amerikaninsesi.com